1 Aralık 2014 Pazartesi

GÖÇEBE BAKIŞ





Yolunuz İstanbul’a, İstiklal Caddesine, Beyoğlu’na düşerse (düşmezse bile yolunuzu düşürün) Arter’deki ‘Göçebe Bakış’ adlı sergiyi gezin. Sergide: Güneydoğu Asya bölgesinden 36 sanatçının 40 ‘tan fazla yapıtı bulunmakta. Sergi: “ARTER’in İstiklal Caddesi üzerindeki girişinde yuvarlak bir masa etrafında pinpon toplarıyla masa tenisi oynayan insanlarla karşılıyor sizi. Sergide bir bölümü bu sergi için özel üretilmiş olan yerleştirmeler videolar, ses işleri, fotoğraflar ve performanslar yer alıyor.” Serginin dikkatimi çeken yanı dışarıdan baktığımızda yuvarlak masa etrafında masa tenisi oynayan kişilerdi. Sanatçı mekanları kalıpları fiziksel dönüşüme uğratarak kültürlere içerden ve dışarıdan bakmamızı sağlıyor...

işte o yuvarlak tenis masası
Arter


Arter 3 katlı bi yer her katında farklı bi sanata bakış var.  Arter’in 2. katında Vertical Submarine adlı kolektif sanatçı grubuna ait ‘Aynalar ve Birleşme’ adlı eserini görmelisiniz. Belki kendinizi göremezsiniz. Çünkü ordaki ayna sizi göstermiyor. Nasıl olur beni göstermeyen ayna mı olur demeyin. Evet ordaki ayna sizi göstermiyor. Merak ediyorsanız mutlaka gitmelisiniz.  Sergiden bi kaç kare... 


sergiden
Kendini görmediği ayna


İstiklal Caddesi Arter’deki sergi 18.09.2014-04.01.2015 tarihleri arası  açık kalacak. Üstelik giriş ücretsiz.
sergiden.
 Fotoğraflar: (Özge Alsancak, viralmecmua, mahmutunguncesi bloğu)


Serginin ve gün içinde yaşadığım anların içerime düşürdüğü Göçebe Bakış’ı  size anlatmam gerekiyor. Buyrun hayatımızın anlamı ‘Göçebe Bakış’ı bulalım.



Bir yol ayrımında saklıydı hikayemiz. Farklı şehirlerin, farklı iklimlerin insanlarıydık. Hiç bi mekana, şehre, yüz yıla ait değildik. ‘An’ içinde yaşıyorduk en güzeli de buydu zaten. Geleceğe dair planlarımız yoktu. An’da yaşayıp yaşlanıyor, gençleşiyor, hüzünleniyor, ağlıyor, gülüyorduk . Hayatımız göçebe idi. Nereye otağımızı kursak memleket, ana, baba, kardeşimiz, sevgilimiz oraydı.. Bir süre yaşadıktan sonra oradan da sıkılırdık ve otağımızı söküp başka diyarlara göç ederdik. Kimi zaman aç kimi zaman susuzduk, kimi zaman ise yarı çıplak ama her zaman eksiktik ‘göçebe’ idik.

Sokak sanatçıları İstiklal Caddesi
 Kendimize tanım bulamıyorduk. Kimi zaman bi sahil kasabasına kimi zaman dağların zirvesine kimi zaman uçsuz bucaksız ovalara otağımızı kurardık. Tüm mekanlardan sıkılıyorduk. İçimize ‘göçebe’ çökünce otağımızı söküp oradan da ayrılırdık her seferide.. 

Otağımızı bu sefer İstanbul’a kurduk. 

Bu şehre her gelenin farklı hikayesi vardı.  Kiminin hayallerindeki şehirmiş,  kimi köyünden kaçıp gelmiş, kimi ailesini geçindirmek, kimi okumak, kimi bi geçerken göreyim diye gelmiş. Kimi fethetmek için, kimi zengin olmak, kimi sanatını icra etmek, kimi gezmek için gelmiş. Kimi.. Gelmiş te gelmiş ve dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olmuş bu şehir. 

Biz ise sadece geçici olarak otağımızı kurmak için geldik. Tarihi mekanları gezip, betonarmelerden uzak tarihi binalarla çevrili kaldırımlarında sokak sanatçılarının ahengine İstiklal Caddesi’ne otağımızı kurduk.  Şehrin en sessiz ve en kalabalık en hareketli en bize yakın yeriydi çünkü herkes bizim gibi ‘göçebe’ idi. İstiklal Caddesi’ne gelen bir çok insan nereye gidiyor bu insanlar ya da nerden geliyor ne işi var diyorlar diye içinden geçirmiştir. 

Sokak sanatçıları  Apocalyptia'dan bi parça çalarken..


Yukarıdaki sokak sanatçıların çaldığı parça: Apocalyptica'tan The Unforgiven parçası  'Göçebe Bakış'lara gelsin... 

Bu caddenin farklı bi havası dokusu vardı. Kimi sadece insan görmek için gelirdi. Kimi kestane midye yemeye kimi içmeye kimi nargile tüttürmeye, kimi eğlenmeye gelirdi. Kimi ise tarihi sembolik tramwaya binmeye ve fotoğraf çekmeye gelirdi. Kimi sokak sanatçılarını dineleme gelirdi. Kimi sanatını icra etmeye gelirdi müzik aletleriyle. Kimi ise kalabalığı temaşa edip kalabalıklar içinde kaybolamaya gelirdi bizim gibi.
Bir süre sonra içerimize yine ‘göçebe’ çöktü. Yine otağımızı toplayıp gitmeliydik. Bize ne zaman yerleşik hayata geçeceksiniz diye soranlara ‘bilmiyoruz’ derdik. Biliyorduk nereye gidersek gidelim yine göç edeceğimizi. Oysa yerleşik hayata geçmemizin sırrı yazının başlığı.  ‘GÖÇE BAKIŞ’taydı.

Birisinin ‘göçebe’ olduğunu ‘göçebe bakış’larından anlarsınız. O kişinin gözlerine bakınca göreceksiniz ki:  gözlerinde fırtınalar kopuyor, şimşekler çakıyor, yağmurlar yağıyor, güneş-ay doğuyor  ve gözlerinizin içine baktığı halde çok uzaklarda yaşıyordur. Memleketi, ailesi, yeri, yurdu yoktur onların. Ve bir gün o ‘Göçebe Bakış’ı görürseniz onu bırakmayın. Otağınızı onun kalbine kurun ve ölümsüzleşin. Çünkü bi ‘göçebe’yi ‘Göçebe Bakış’ anlar.

Mikail Eren
(Circirbocegi ,,K.H,,)
İstanbul
29.11.2014








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder